Tarih konusundaki açıklamalarıyla ’’derin tarih’’ bilgisini her fırsatta konuşturan Cumhurbaşkanı, yine çok konuşulacak bir açıklamaya imza attı ve tarihi ne kadar bildiğini bir kez daha gösterdi.
Haliç kongre merkezinde, Sanat Düşünce Eğitim Derneği’nin düzenlediği ‘’ Asım’ın Neslinden Bir Usta Recep Tayyip Erdoğan’’ programında konuşan Cumhurbaşkanının hedefinde yine muhalefet ile geziciler vardı.Konuşmasının bir yerinde Mehmet Akİf ile Tevfik Fikret’i kıyaslayarak son 200 yıllık tarihimizin Mehmet Akif ile Tevfik Fikret’in mücadelesi olduğunu ve kendilerinin bu mücadelede Mehmet Akif’in yanında olduğunu söyledi hatta daha da ileri giderek gezicileri, yerli ve milli olmamakla suçlayarak Tevfik Fikret’in şiirlerinde sembolleştirdiği Haluk karakterine benzetti ve son noktayı şu cümleyle koydu : ‘’Son 13 yıldır Asım’ın neslini ayağa kaldırmanın mücadelesini verdik… Sabreden kişi kimse, zafere ulaşır. Sabrettik ama sonunda zafer mukadder olduk’’
Cumhurbaşkanının tarih danışmanları kim bilmiyorum ama ben kendisinin yerinde olsam bir dakika bile beklemeden kovardım. Çünkü Mehmet Akif ile Tevfik Fikret’in doğum tarihini bile bilmiyorlar. Mehmet Akif, 1873, Tevfik Fikret ise 1867 doğumlu. Yani son 200 yılın Tevfik Fikret ve Mehmet Akif’in mücadelesi olması tarihi açıdan mümkün değil. 200 yıl önce ne Mehmet Akif vardı ne de Tevfik Fikret…
İkincisi, tarih danışmanlarınız size Mehmet Akif’i sadece ‘’çok dindar’’ ‘’beş vakit namaz kılan’’ ‘’ İslamcı bir şair’’ diye anlatmış olmalı. Mehmet Akif’in kişiliği, siyasi mücadelesi hakkında zerre kadar bilgi vermedikleri ortada… Eğer Akif’in nasıl bir şair olduğunu anlatmış olsalardı Mehmet Akif ile gezicileri karşı karşıya getirerek vahim bir tarihi hataya imza atmazdınız ama siz de haklısınız. Tarih danışmanlarınız Mehmet Akif’in Çanakkale şiiri ve İstiklal marşı dışında şiirini bilmediği için böyle düşünmeniz çok normal… Bilmemek değil öğrenmemek ayıp. Şimdi size danışmanlarınızın anlatmadığı Mehmet Akif’i anlatacağım. Bakalım bu Mehmet Akif’i okuyunca hoşunuza gidecek mi göreceğiz.
Önce hoşunuza gidecek yerden başlamak istiyorum. Mehmet Akif, gerçekten düşündüğünüz gibi dindar bir insan. O konuda içiniz rahat olsun dinsiz falan demeyeceğim. Tam aksine düşündüğünüzden daha dindar biri… Mesela 5 yaşında babası Tahir efendiden Arapça dersleri alıyor yetmiyor Fatih camii hocası Esad efendiden farsça dersi alıyor. 9-10 yaşlarına geldiğinde Kur’anı Arapçadan rahatlıkla okuyabilecek düzeyde dini bilgiye sahip oluyor. Tabi bu sırada babası Tahir efendiyle beraber camiye giderek ibadetini aksatmıyor.
Çocuk yaşta derin dini eğitim alan Mehmet Akif, yetişkinliğinde Kur’anı tercüme edebilecek kadar bilgi sahibidir. Hatta Cumhuriyet sonrası yaptığı devrimleri din karşıtı olarak gördüğünüz Atatürk, 1925 yılında Kur’anın tercüme edilmesi görevini Mehmet Akif’e vermiştir. Hem de nasıl tercüme edeceğini en ince ayrıntısına kadar yazıp noterde onaylatmıştır. Yani, Mehmet Akif, Atatürk’ün dini bilgisine güvendiği bir şairdir. Buraya kadar sıkıntı yok. Mehmet Akif’in dindarlığı konusunda hem fikiriz.
Gelelim bilmediğiniz Mehmet Akif’e… Bundan sonra yazacaklarım hiç hoşunuza gitmeyecek.
Mehmet Akif İslamcı bir yazar olduğu halde Osmanlı’nın dini siyasete en çok alet eden, panislamist politikalarla devleti ayakta tutmaya çalışan sultan II. Abdülhamit’i zerre kadar sevmezdi. Hani sizin kesimin yere göğe sığdıramadığı, isminin başına ‘’gök sultan, cennet mekan’’ gibi sıfatlar eklediği, abdestsiz hiçbir karara imza atmaz dediği ve dindarlığını öve öve bitiremediği sultan II. Abdülhamit.
Şimdi çok dindar olan, İslam birliğini savunan Mehmet Akif neden saltanatı boyunca İslam birliği için çalışan, dindar padişah sultan II. Abdülhamiti sevmez dediğinizi duyar gibiyim. Hatta ikisinden birinin dindarlığından bile şüphe etmeye başlamış olabilirsiniz.Hayır hayır hiç şüpheniz olmasın ikisi de çok dindar insanlardı.
Peki o zaman Mehmet Akif neden II. Abdülhamit’i sevmiyordu ?
Neden biliyor musunuz? Çünkü Abdülhamit’in baskıcı yönetiminden hoşlanmıyordu. Gazetelere uyguladığı sansüre, meclisi fesh etmesine, her yerde jurnalcilerin dolaşmasına, yarattığı korku imparatorluğuna, devleti tek adam olarak yönetmesine sonuna kadar karşıydı. Akif’in karşı olduğu şeyler ne kadar tanıdık değil mi? Gazete sansürü deyince aklıma tutuklanan gazeteciler, el konulan gazeteler, tehdit edilen medya patronları geliyor. Neyse onlar dış mihrak zaten sansürden sayılmaz. Konumuza kaldığımız yerden devam edelim.
Mehmet Akif’in Abdülhamit’e yazdığı şiirlerden örnekler vermek istiyorum. Örneğin bir şiirinde Abdülhamit hakkında şu dizeleri yazmıştır :
Hamiyyet gamz eden bir pak alin her kimde gördünse,
Bu bir cani!” dedin sürdün, ya mahkum eyledin hapse.
Müvekkel eyleyip casusu her vicdana, her hisse.
Düşürdün milletin en kahraman evladını ye’se …
Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-i Iblis’e! (Mehmet Akif Ersoy – Safahat Hece yayınları 2009 Ankara s.90)
Bir halifeye ‘’Allahın lanetlediği kişi’’ manasına gelen ‘’mel’un ‘’ diyen bir şair… Bakın başka bir şiirinde sultan Abdülhamit hakkında neler diyor :
Ah efendim, o herif yok mu, kızıl kafirdi:
Çünkü bir şey, her ne desen münkirdi.
Ne edeb der, ne haya der, ne fazilet, ne vakar;
Geyirir leş gibi, mu’tadi degil istiğfar:
Aksırır sonra, fütur etmeyerek bumumuza …
Yutarız, çare ne, mümkün mü ilişmek domuza?
Savurur balgamı ta alnımızın ortasına
Tükürürmüş gibi taşlıktaki tükrük taşınal (Mehmet Akif Ersoy – Safahat Hece yayınları 2009 Ankara s.408)
Kızıl kafir, domuz, geyirir leş gibi… Bu hakaretleri söylediği kişinin bir Osmanlı padişahı olduğunu tekrar söylemek istiyorum. Akif’i okumaya devam edelim bakın daha neler diyor :
Ah, efendim, daha söylenmeyecek işler var. ..
Çünkü namusa musallattı o azgın canavar.
– İyi amma niye sarmıştınız hep?
– Hakk-ı devletleri var, arz edelim neydi sebep:
Tepeden tırnağa her gün donanıp sırsıklam,
Hani, yuttuksa o tükrükleri, faslam faslam,
Vatan uğrunda efendim, vatan uğrunda bütün.
Biz o zilletlere katlanmamış olsaydık dün,
Memleket yoktu bugün, yoktu, iyazen-billah …
Öyle üç balgam için millete kıymak da günah.
Herif ancak bizi bir parçacık olsun saydı;
Başıboş kalmaya gelmezdi, eğer kalsaydı,
Mülkü satmıştı ya düşmanlara, ondan da geçin,
Yıkmadık aile koymazdı Huda hakki için. (Mehmet Akif Ersoy – Safahat Hece yayınları 2009 Ankara s.408)
Bir Osmanlı padişahına ‘’azgın canavar, mülkü satmıştı düşmanlara’’ diyerek vatan hainliğiyle suçlayan Mehmet Akif için ne düşünüyorsunuz? Bitmedi bakın Abdülhamit için daha neler diyor :
Çoktan beridir vardı benim bir derdim
Gideyim zalimi ikaz edeyim isterdim
Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid
Âl-i Osman’dan bu korkaklık edilmezdi ümid” (Mehmet Akif Ersoy – Safahat Hece yayınları 2009 Ankara s.400)
Sultan Abdülhamit’e ‘’kafes ardında bekleyen hanımlar gibiydi’’ benzetmesine ne diyorsunuz? Okumaya devam edelim
Âh efendim, o ne hayvan, o nasıl merkepti!
En hayır-hâhı idik, bizleri hattâ tepti.
Bu hayâ der, bu edeb der, verir evhâma vücud;
Bilmez aptal ki değil hiçbiri zâten mevcud.
Din, vatan, âile, millet, ebediyyet, vicdan,
Sonra haysiyyet-i zâtiyye, şeref, şöhret, şan,
Daha bir hayli hurâfâta herîf olmuş esîr.
Sarmısak beynine etmez ki hakàik te’sîr.
Böyle Ankà gibi medlûlü yok esmâya kanar;
Adamın sabrı tükenmek değil, esmâsı yanar.
Kız, kadın hepsi haremlerde bütün gün mahbûs,
Şu telâkkîye bakın, en kötü vahşet: Nâmûs!
Herifin sofrada şampanyası hâlâ: Ayran,
Bâri yirminci asırdan sıkıl artık, hayvan (Mehmet Akif Ersoy – Safahat Hece yayınları 2009 Ankara s.407)
….
Ortalık şöyle fena, böyle müzebzeb işler,
Ah o Yıldız’daki baykuş ölüvermezse eğer, (Mehmet Akif Ersoy – Safahat Hece yayınları 2009 Ankara s.387)
Sanırım bu kadar yeter… Şimdi kısaca Akif’in Abdülhamit’e taktığı sıfatları sıralayalım : ‘’Mel’un, kızıl kafir, domuz, merkep, yıldızdaki baykuş, kafes ardındaki hanım’’.
Mehmet Akif’i Abdülhamit’ten bu kadar nefret ettiren özgürlük duygusuydu. Padişah bile olsa kimsenin özgürlüğünü kısıtlamasına tahammül etmedi, padişahın yalakası olmadı. Abdülhamit düştükten sonra üyesi olduğu İttihat ve Terakki’nin de özgürlükleri kısıtladığını görünce İttihatçılara da muhalif oldu. Anlayacağınız sizin gezicilerin karşısına koyduğunuz Mehmet Akif, yazdıklarıyla, düşünceleriyle yaşadığı dönemin en büyük muhaliflerinden birisi, gezicisiydi. Bu yüzden hiçbir zaman iki yakası bir araya gelmedi hayatı boyunca fakir yaşadı.
Ömrünün sonuna kadar iktidarların muhalifi olan Akif, isteseydi Abdülhamit’e övgüler yağdırıp çok rahat yaşayabilirdi ama o bunu yapmadı. Çünkü parayla arası hiçbir zaman iyi olmadı. Örneğin balkan savaşlarında Rumeli’den göç etmek zorunda kalan evsiz insanlara evini vermiş, kendisi kirada oturmuştur. 1914 yılında Berlin seyahatinde kaldığı Adlon otelinin lüksünden rahatsız olmuş, mütevazi bir otele yerleşmiştir. Üstünde giyecek paltosu olmamasına rağmen İstiklal marşından kazandığı 500 lirayı kabul etmemiş, ben bu şiiri millet için yazdım demiştir. Kur’anın tercüme işini tamamlayamayınca devletin kendisine tercüme için verdiği parayı kuruşuna dokunmadan iade etmiştir.
Kısacası namaz kılıp oruç tutmakla, ben Osmanlı torunuyum demekle Mehmet Akif’in Asım’ının neslinden olunmaz. Asım’ın neslinden olmak için padişah bile olsa kimseye boyun eğmemek, özgürlüğü savunmak, tek adamlığa karşı çıkmak gerekir. Asım olmak dik durmak demektir. Asım olmak kimseye ‘’reis’’ diyerek körü körüne bağlanmamaktır. Asım olmak iktidarı eleştirebilmektir. Asım olmak haramdan uzak durmak kul hakkı yememektir. Asım olmak mütevazi yaşamaktır.
O halde şunu sormak istiyorum. Asım’ın nesli gerçekten canlandığı gün kaç Asım hakkında dava açılacak? Mehmet Akif, Abdülhamit’e yazdıklarının yarısını bugün yazmış olsaydı bugün nerede olurdu? O zaman yine böyle övgüyle mi bahsederdiniz ?
Barış Atagün
İLK KURŞUN