2011 Genel seçimlerinden önce Sayın Kemal KILIÇDAROĞLU’na ve CHP milletvekillerinin tamamına e-mail yoluyla göndermiş olduğum eleştiri yazısını sizlerle de paylaşmak istedim.Okuyacağınız eleştirilerin bu gün için de geçerli olduğu kanaatindeyim
Sayın Kemal KILIÇDAROĞLU
Partiliniz değilim.Ancak,bu ülkenin aydın bir vatandaşı olduğumu zannederek ve de ne yazık ki, hasbelkader oluşan Ergenekon sanığı sıfatımla ,uzun bir süre düşündükten sonra, size ve partinize eleştirilerimi içeren bu mektubu yazma ihtiyacını duydum.
Bugüne kadar modern bir demokratik kitle partisi olmayı başaramadınız.Bürokrasi ile aranıza mesafe koyacak bir istikamet ve ilkeye sahip değilsiniz.
Tarihinizle ve resmi ideolojiyle hesaplaşmaya, bugüne kadar dışlanmış olan toplumsal kesimlere açılmaya hazır değilsiniz.Partiniz içerisinde birbiriyle telif edilemeyecek açıklamalar,değişim ve yenileşme tartışmalarıyla bir tutarsızlık ve yönsüzlük girdabına sürüklenmektesiniz.Değişim ve yenilenme dönemlerinde en tehlikeli olan şey,işte bu tutarsızlık ve yönsüzlük halidir.
Değişim ve yenilenme korku ve umudu harekete geçirir.Değişim eskiden memnun olanları ve yeniyle tasfiye olacakları korkuturken,vaat ettikleriyle de umut yaratır.Yönsüzlük bu korkuyu artırırken,umudu da ortadan kaldırır.Böyle ce değişim ve yenilenme için ihtiyaç duyulan temel dinamikten,yani umuttan mahrum kalınır.Genel başkan olarak böyle bir tehlike ile karşı karşıya kalmış görülmektesiniz.
Partiniz aslında 1945’ten bu yana değişmeye ve yenilenmeye çalışmakta,ancak bunda başarılı olamamaktadır.Genel Başkan olmanız,partinizde yeniden değişim ve yenilenme umudu yaratmıştı.Bu umut,şaşırtıcı ve şaibeli bir şekilde eski Genel Başkan Deniz Baykal’ın bir seks kaseti komplosuyla istifa etmek zorunda kalmasından sonra ortaya çıktı.28 Şubat’tan beri partinizin bürokratik vesayet kurumları ve bürokratik vesayet ideolojisiyle ortak olarak yürüttüğü uzun mücadelenin başarısızlığını takip eden bu genel başkan değişikliği,AKP karşıtı cephede yeni bir umut yarattı.
Partinize muhalif muvafık hemen hemen bütün kamuoyu,size ve ekibinize kredi açtı.Sizin ve ekibinizin yaptığı bazı gaflar ve geri adımlar,biraz parti içi dengelere,biraz da acemiliğinize verilerek hoş görüldü,görmezden gelindi.Ancak siz partiniz içinde Baykal ve Sav gruplarını aşarak kesin bir iktidar ve kadro kurduktan sonra da tutarsızlıklarınız artarak devam etti.Bu durum aynı zamanda partinizin istikametinin belirsizliği ile beraber,size ve ekibinize açılan kredinin sona erdiği kritik eşiğin aşılmasına yol açmıştır.
Bugüne kadar yaşananları şöyle bir hatırlamak dahi,partinizdeki yönsüzlüğü res-metmeye yetecektir.
Partinizin Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu Ergenekon’un Güneydoğu ayağının ortaya çıkması için Hakikatler Komisyonu kurulmasını önerirken,bir başka Genel Başkan Yardımcınız Süheyl Batum Ergenekon sanıklarından bazılarının CHP listelerinden aday gösterilmesi ve Ergenekon Hakimlerine mitingler dahil her yol kullanılarak baskı yapılması gerektiğini söyledi.CHP listelerinden aday gösterilmesi düşünülen Ergenekon sanıklarından sadece gazeteci Mustafa Balbay’ın,Mehmet Haberal’ın,Sinan Aygün’ün ve İlhan Cihaner’in ismi zikredilmektedir.Ben de dahil olmak üzere, Ergenekon sanıklarının hukuken mağdur oldukları düşünülüyorsa,hukuken mağdur olan sadece bu isimler değildir.Elbette ki uzun süredir tutuklu bulunan Ergenekon sanıklarının bu durumundan üzüntü duymaktayız.Ancak,sadece birkaç kişinin isminin öne çıkarılması,kamuoyunda ve diğer Ergenekon sanıkları arasında ayrımcılık yaptığınız düşüncesine yol açacaktır.Bu tutumunuz tasvip edilebilirlikten uzaktır.
Ergenekon Hakimlerine mitingler dahil her yol kullanılarak baskı yapılması gerektiği şeklindeki düşünce tarzına da katılamıyorum. Bu türdeki eylemlerden medet umularak içinde bulunduğumuz siyasi dönemde hukuki sonuçlar alınabileceği kanaatinde değilim.Hukuken her yolun,(AHİM’de dahil olmak üzere) kullanılması gerekir.
Sayın Süheyl Batum,gözaltına alınan ordu mensuplarının bu durumuna seyirci kalan Genelkurmayı kastederek,orduyu kağıttan kaplan olmakla itham etmiş ve Genelkurmay tarafından da asker üzerinden siyaset yapmaması için uyarılmıştır.
Partinizin bir yöneticisi olan Sayın Muharrem İnce’nin Türkiye’yi Mısır’a, Sayın Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ı Mübarek’e benzeterek, “Bu milletin Mısır’dan beter,Tunus’tan beter isyan etmesi lazım!”diyerek, halkı adeta isyana çağıran sözler sarf etmesi,kamuoyunda hoş karşılanmamıştır.Türkiye ne Mısır’a ne de Tunus’a benzer.İsyan edilecekse ancak demokratik ve yasal yollarla isyan edilmesi gerekir.
Genel Başkan Yardımcınız Hurşit Güneş,AKP’nin nasıl çalıştığını öğrenmek için AKP’ye casus gazeteci yolladığını açıkladıktan sonra, Kürtlerin eninde sonunda CHP’nin kucağına oturacağı şeklinde Kocaeli İl Teşkilatında yaptığı iddia edilen konuşmayı da yalanlamıştır.Bu tür söylemlerle toplumun büyük bir kesiminden de tepki alınmaktadır.
Yeni CHP’nin arkasındaki isim olarak takdim edilen Gürsel Tekin, önce MHP ile sonra AKP ile koalisyon yapılabileceğini ilan etmiş, siz de,Tekin’i basının önünde “ boş konuşmuş” diyerek azarlamıştınız.
Bundan bir süre önce de Gürsel Tekin bir televizyonda konuşan parti meclisi üyenizi canlı yayına bağlanarak haşlamıştı.Tekin’in İstanbul’a Doğan Holding CEO’sunu ataması,halkçı imajını sarsmıştır.
Siz bir yandan siyasete bulaşmayan tarikatlara saygı duyduğunuzu açıklarken diğer yandan Danıştay’ın başörtülü öğrencilerin sınava giriş hakkını engelleyen kararına saygı duymak gerektiğini ve başörtüsü sorununu ancak kendinizin çözebileceğini söylemiştiniz.Ben şimdi burada size soruyorum.Başörtüsü sorununu çözmek şimdi seçim arifesinde mi aklınıza geldi?Daha önce Türban Yasası’nın iptali için Anayasa Mahkemesi’nin kapısında ne işiniz vardı?
Partinizin yerel seçimlerde Sultanbeyli Belediye Başkan adayı olarak gösterdiği
Sultanahmet Camii eski imamı Osman Nuri Bedir’in adaylığının açıklandığı
toplantıya,eski Genel Sekreter Yardımcınız Mehmet Sevigen, İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin, Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk ve partililer katılmıştı.
Toplantıda Belediye Başkan adayınız Osman Nuri Bedir “Sarıklı,cübbeli,kara çarşaflı,başı açık, alevi, kim olursa olsun onları içselleştirerek ,başımızın üzerine alarak, hep beraber,kol kola,onurlu yaşam sürdürebilmenin yollarını açacağız” şeklinde konuşma yaparak, “Zafer bizimdir,zafer inananlarındır” diye konuşmasını bitirmişti.
Eski Genel Başkanınız Deniz Baykal 09.11.2008 tarihinde İstanbul’un Eyüp semtindeki Çırçır Mahallesi Grand Atmaca düğün salonunda CHP ye katılan 2000 kişinin katılımı nedeniyle düzenlenen törene katılarak kara çarşaflı bayanlar da dahil olmak üzere,partisine katılan insanlara parti rozeti takmıştı.
16.11.2008 tarihinde de (Pazar günü)İstanbul Sultangazi’deki partiye katılım töreninde yine kara çarşaflı bir bayana parti rozeti takmıştı ve siyasi paradigmayı neredeyse değiştirmişti.Partiniz önceleri hani dini simgeye ilişkin ne varsa buna karşı çıkan,müesses nizamın koruyucusu,üniversitelerde türbana karşı çıkıp,Anayasa Mahkemesi’ne başvurarak böyle bir görüntü vermişken, şimdi bunun tam tersine bir görüntüyle kamuoyunun karşısına çıkmaktasınız.
Atatürk’ün kurmuş olduğu partinizin “Çarşaf açılımı” günlerce Türkiye’nin gündemini meşgul etmişti.Genel Başkanınız Deniz Baykal’ın,CHP’ye üye olan kara çarşaflı ve türbanlı kadınlara partinizin rozetini takarken çekilen fotoğrafı,medyada çarşaf çarşaf yer almıştı.Türban konusu,AKP’nin kapatılması yönünde açılan davanın dayanak noktalarından biriydi.Yerel seçimler yaklaşırken iktidar partisi ile ana muhalefet partisi olarak “Çapraz görüntüler” vermiştiniz.Partiniz çarşafa sarılırken,muhafazakar AKP ise partinizden ayrılan hanımlara kapılarını açmıştı.
O tarihlerdeki lideriniz Deniz Baykal “Türkiye’nin fotoğrafını” yeni mi algılamaya başlamıştı?
Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkan Adayınız Sefa Sirmen’in “Her mahalleye Kur’an kursu” önerisine Genel Başkanınız Deniz Baykal destek vermişti.Çarşaf açılımının ardından gelen “Her mahalleye Kur’an kursu” sloganlı karşı devriminiz Kamuoyunda bir seçim hilesi olarak nitelendirilmişti.
Kara çarşaf açılımı,Atatürk’ün “Efendiler buna şapka derler” diyerek başlattığı kıyafet devriminin hem de tam özüne aykırı bir eylem değil midir?Muhafazakar bir parti olarak bilinen AKP’nin Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan dahi basının önünde kara çarşaflı bir bayana AKP rozeti takmamıştı. Partiniz Atatürk’e,onun ilkelerine ve kıyafet devrimine ancak bu kadar ihanet edebilirdi.
Vatandaş giyimini seçmekte özgürdür,inançlara saygımız da vardır.Ama saygı başka teşvik başkadır.Eşi türbanlı diye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesini önlemek için, Anayasayı,iç tüzüğü zorlayan,MHP destek vermemiş olsa neredeyse başaracak olan partinizin Sayın Genel Başkanı Deniz Baykal değil miydi?
Her mahalleye Kur’an Kursu’nun ucunun ne kadar açık olduğunu,memleketi nerelere götürebileceğini görmekten ,düşünmekten de aciz bir Deniz Baykal portresi önümüzde durmuştu.Yüzde 99’u Müslüman olan Ülkemizde insanlar çocuklarına din ve Kur’an eğitimini devlet eli ve kontrolü altındaki, yasal ve denetlenir kurslarla veremezler mi?Bu işin öncülüğünü yapmak ezeli Ana Muhalefet Partisi olarak size mi kalmıştı?Yarın AKP’den daha radikal muhafazakar bir parti bu kursları açmaya ve yaymaya başlarsa ne olacak? Diyanet İşleri Başkanlığı’mız ne güne duruyor?Her mahallede açılmış Kur’an kurslarını denetlemek için,müfettiş ordusu mu görevlendirilecek?
Bu konuların Türkiye’nin net sorunları ile hiçbir alakası yoktu.Ülkenin asıl sorunları dururken Kur’an kurslarını gündeme getirmek neden bu kadar önemli idi?
Genel Başkanınız Deniz Baykal da dini siyasete alet eden bir başkan olarak tarihe geçmiştir.Bu konuda çok sert eleştirilere maruz kalan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan,Deniz Baykal’ın yanında çok masum kalmıştı.Çünkü,hiç değilse inandığını yapmış, rakip partinin tabanından oy çalabilmek için,bu tür manevralara tevessül etmemişti.
Deniz Baykal bu görevin Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait olduğunu,belediyelerin bu işe el atmasının Danıştay Kararı ile yasaklı hale geldiğini de bilmemekte idi. Seçmenden oy almak için,Türban-showlara sığınmıştı.Kamuoyu Deniz Baykal’ı ve yönetim kadronuzu, “Ak Parti laiklik için tehdit değil.Çünkü siz de aynı davranışları sergiliyorsunuz.Öyle değil mi?” diye sorgulamaya başlamış,bu tür-
eylem ve söylemleriniz de “Parti tabanınız da dahil olmak üzere” kamuoyunun büyük çoğunluğu tarafından onaylanmamıştı.
Partinizin sloganlarına bakın. “Atatürk’ün partisi” “Cumhuriyeti kuran parti” “Laikliğin savunucusu”. CHP’nin laikliği bu mudur? Çağdaşlığı böyle mi savun-
maktasınız?Cumhuriyeti böyle mi sahiplenmektesiniz?
Bir Genel Başkanın açıklama ve eylemleri partiyi tartışmasız olarak bağlayıcıdır.Çünkü Genel Başkan partinin simgesel figürüdür.
Genel Başkanın siyasi veya hassas konularda açıkladığı düşüncelerin,kişisel görüşü olduğu vurgulanmadığı sürece,kurumlar ve kamuoyu tarafından partinin görüşünü yansıttığı şeklinde yorumlanır ve partiye isnat edilebilir.Genel Başkan için söylenenler,Genel Başkan Yardımcıları için de geçerlidir.Milletvekilleri veya yerel yönetimlerde görev üstlenen üyeler de,partinin amaç ve eğilimlerini sergileyen ve yaratmak istedikleri toplum modeline ilişkin bir imajı yansıtan bütünü oluşturan eylemleri sergilemeleri durumunda,bunlar da partiye isnat edilebilir.Bu tür eylemler soyut programlara göre potansiyel seçmenler üzerinde daha etkilidirler.Bu tür eylem ve konuşmalardan parti kendini uzaklaştırmadığı sürece,bunlar da partiye isnat edilebilir.
Genel Başkan olarak söylemleriniz şundan ibaret;
– Siyasetin yeni yüzlere ihtiyacı var.
– Liderler sultasına son vereceğiz.
– Yoksulluğu bitireceğiz.
– İşsizlik sorununu çözeceğiz.
– Halkın sesi olacağız .
– Yolsuzluklara son vereceğiz.
– Dokunulmazlıkları kaldıracağız.
– AB’ye karşı değiliz ama onurumuzu koruyacağız.
Bunlar içi boş söylemlerdir.Neden mi?
Söylem dediğiniz şey sizi diğer siyasetçilerden ve siyasi akımlardan farklı kılan şeydir.Bu güne kadar Demirel’den Çiller’e, Ecevit’ten Derviş’e parlatılan çok isim oldu.“Parlatıldıkları” dönemlerde onların da söylediklerine bir bakın. Birebir aynı şeyler.Zaten bu ülkede kim çıkıp da işsizliğe son vermeyeceğim der ki? Yoksulluk benim dönemimde devam edecek der mi bir siyasetçi? Ya da dokunulmazlıklar aynen devam edecek,böylece milletvekilleri istediği suçu rahatlıkla işleyebilsin söylemini kullanır mı oy isteyen biri?
Mesele,bu genel doğruların ifade edilmesi değil,bu doğruların hayata nasıl geçi- rileceğinin anlatılmasıdır.
Siz bunu yapabiliyor musunuz?
Yapamıyorsunuz.Gerçekten söyleyeceğiniz çok fazla şeyiniz yok.İşsizliği nasıl kaldıracağınızı söyleyemezsiniz mesela.Çünkü özelleştirme politikalarını eleştirmeniz gerekir.Halbuki özelleştirmeye karşı değilsiniz.Zaten Genel Başkan olduğunuzda CHP’nin ekonomi kurmayı yapacağınızı söylediğiniz isimler dervişin ekibindendir.Hepsi özelleştirmeci,hepsi piyasacıdır.
Ancak çok daha önemlisi, üstünü örttüğünüz, şimdilik söylemek istemediğiniz belli görüşleriniz var. Ve ısrarla bu konuları gündeme getirmiyor, konu açılırsa hemen üstünü kapatmaya çalışıyorsunuz.
Nedir bunlar? Soruyu soruyla yanıtlayalım:
Sizin ağzından Atatürk kelimesinin çıktığını hiç duyamadık.
Açık söyleyeyim, aradım taradım, “Bu vatandaş, Atatürk’ün kurduğu partinin Genel Başkanı oldu, acaba Atatürk hakkında ne düşünüyor?” dedim, hiçbir şey bulamadım.
Çıktığınız televizyon programlarını izledim, yine bir şey duyamadım.
Mesela, yoksulluktan mı bahsediyorsunuz. Atatürk’ü örnek versenize… Bin bir yoksulluk yaşayan bu ülkede dünyanın en çok gelişen ekonomisini yaratmadı mı Atatürk? Üstelik bütün dünya ekonomisinin kriz yaşadığı bir dönemde…
Yok, bahsetmezsiniz.
Ya da yolsuzluk mu diyorsunuz. Türk siyasetinde yolsuzluğun en az olduğu dönemin Atatürk dönemi olduğunu, adı yolsuzluk iddialarına karışan az sayıda kişinin de Atatürk tarafından anında cezalandırıldığını anlatsanıza…
Yok, anlatmazsınız.
İşsizlik mi diyorsunuz. Türkiye’nin en hızlı büyüme yaşadığı ve insanların en rahat iş bulduğu dönemin Atatürk Türkiye’si olduğunu söylesenize.
Yok, söylemezsiniz.
Varoş edebiyatı yapıyorsunuz, yoksullardan koptuk diyorsunuz. Atatürk’ün bin bir zenginliği elinin tersiyle itip Anadolu’nun o dönemki en yoksul kenti Ankara’ya niye gittiğini anlatsanıza. Kurtuluş Savaşı’nın dönemin zenginleriyle, İstanbul beyefendileriyle, saray çevresiyle değil de Türkiye’nin yoksullarıyla verildiğini hatırlatsanıza…
Yok, hatırlatmazsınız.Neden mi?
Atatürkçü değilsiniz de ondan.
Usulen, yalancıktan da olsa, takiyye olarak bile Atatürk’ten bahsetmeyecek kadar Atatürk karşıtısınız.
“Atatürk’ten hiç bahsetmiyorum diye niye Atatürk karşıtı olayım” demeyin.
Sizin ne şekilde gündeme geldiğinizi bir daha hatırlayalım.
2009 yerel seçimleri döneminde, önce Dengir Mir Fırat’la, sonra da Melih Gökçek’le televizyonda atıştınız. Ardından da partinizin İstanbul Belediye Başkan adayı oldunuz.
Seçimi kazanamadınız, ama ne olduysa seçimin galibi ilan edildiniz.
Ve bir anda sessizliğe büründünüz.
Bir daha duyamadık sesinizi.
Ortalıklarda pek gözükmediniz.
Böylece kendini yıpratmadınız.
Baykal’ın kasetleriyle birlikte bir anda ortaya çıkıverdiniz.
Baykal istifa ederken,siz Genel Başkan Adayı oluverdiniz.
Partinizin 20 yıllık Genel Başkanı, 1000 küsur delegeyi yıllardır yöneten Baykal bile karşı çıkamıyor şimdi size.
Bu, şüphesiz uzun süredir planlanan bir stratejinin sonucu. Siz yerel seçimler döneminde prim yapacaksınız, topluma dürüst yeni bir lider portresi olarak tanıtılacaksınız ve Baykal’ı tasfiye eden bir skandalın ardından bir anda ortaya çıkıverecektiniz.
Ancak bu plana uymadığınız tek bir olay oldu: Dersim isyanı tartışmaları.
O suya sabuna dokunmayan, yolsuzluklara karşıyım demekten başka bir şey söyleyemeyen, televizyonlarda saatlerce konuşup da dosyalardan rakamlar okumak dışında bir şey yapamayan, siyasi hiçbir program ortaya koyamayan Kılıçdaroğlu bir anda hareketlendi.
Kendinizi yıpratmadan, sessiz sedasız, etli sütlüye karışmadan CHP genel kurulunu ve kasetlerin ortaya çıkmasını beklediniz, bir tek Dersim söz konusu olunca konuştunuz.
Atatürk hakkındaki görüşlerinizi de bir tek o vesileyle duyabildik.
Bu tartışma sırasında tüm bölücüler Atatürk’e, Cumhuriyet Türkiye’sine ve Onur Öymen’e yüklenirken siz ne yaptınız? Siz de Öymen’e yüklendiniz.
Hatta milletvekilleriniz, en azından partimizin bir büyüğüdür diye Öymen’e sahip çıkarken, siz çıkıp, Öymen’i istifaya davet ettiniz.
Gerekçeniz ise Öymen’in o açıklamaları yüzünden CHP’nin oy kaybedeceği…
Madem CHP’yi bu kadar düşünüyorsunuz, kaygınız da partinizin seçimlerde alacağı oy, bunu parti organlarında belirtir, gerekli tartışmayı yapar, Öymen istifa etmezse parti organlarının görevden almasını sağlardınız.
Ama sizin amacınız üzüm yemek değil, bağcı dövmekti.
Yani Öymen’i tasfiye etmek değil, kamuoyu önünde Atatürk’ü tartışmak, tartıştırmak.
Öymen’in açıklamalarını “talihsiz” olarak nitelendirirken bakın ne demiştiniz:
“Dersim coğrafyasında yaşanan olay, bir insanlık dramıdır. Bu bölgede yaşayan insanlar, o dönemin acılarını, o dönemin kaybolan hayatlarını, o dönemin ağıtlarını dinleyerek bugünlere geldiler. O dönemde yapılan çok ciddi, insanlıkla bağdaşmayan olaylar oldu. (…) Yara kanamıştır. Bu süreçte yapılması gereken tepkileri dikkate almaktır. Tepkileri dikkate alması gereken Sayın Onur Öymen’dir. Gereğini yaptığı zaman hem CHP’yi hem CHP’deki parlamenterleri ve CHP’lileri rahatlatmış olacaktır.”
Gördünüz mü. Klasik PKK söylemi. Dersim’de bir insanlık dramı yaşanmışmış!
İnsanlıkla bağdaşmayan olaylar olmuşmuş!manı propagandaya kanan il, o
Tabii,bazı kimseler sizi bu konuda suçsuz görebilirler. Sonuçta binlerce Atatürk’çü tartışmalar sırasında PKK propagandasından etkilendi. Ancak çok daha ilginç bir durum var ortada.
Bilindiği gibi Dersim isyanı bastırılırken bir soykırım yaşandığı tezleri PKK’lılar tarafından yıllardır iddia edilir. Tabii bu iddialarına bir türlü elle tutulur bir kanıt gösteremezler.
Dönüp dolaşıp ortaya koydukları en önemli kanıtları, o dönem polis müdürlüğü yapmış İhsan Sabri Çağlayangil’in anılarıdır.
Daha doğrusu Çağlayangil’e ait olduğu iddia edilen bir ses kaydı. Bu ses kaydında Dersim’lilere yönelik katliamlardan bahsediliyor.
İddia edilen diyorum, çünkü Çağlayangil’in anıları zaten yayınlanmış. İsmi “Kader Bizi Una Değil, Üne İtti.” Ve bahsi geçen konuşma anılarda yer almıyor. Zaten anıları yayına hazırlayan gazeteci Tanju Cılızoğlu da bu tartışmalar sırasında ses kaydının Çağlayangil’e ait olmadığını defalarca açıkladı. Çağlayangil’in başından öyle bir olay geçmiş olsa, kendisine de mutlaka bahsetmiş olacağını söyledi.
Eeee, peki bunun benimle ne ilgisi var diyeceksiniz…
Cumhuriyet gazetesinde Işık Kansu’nun yazdığına göre, ses kaydında konuşan yaşlı kişinin Çağlayangil olup olmadığı belli değil. Ama o ses kaydında röportajı yapan kişinin kimliği belli: Sizsiniz…
Ses kaydını internette arayanlar bulabilir. Dinleyin, gerçekten de sizinkine benzer bir sesin soru sorduğunu duyacaksınız. Zaten bu iddiayı siz de yalanlamadınız.
Artık bilemiyoruz, o röportaj Çağlayangil’le mi yapıldı, başka yaşlı biriyle mi… Ama anlatılan şu.Siz bir dönem Dersim isyanıyla ilgili bir kitap hazırlıyormuş-sunuz.Ve bu görüşmeyi de o kitap için yapmışsınız. Tartışmalar sırasında da kayıt basına sızmış…
Doğru olabilir. Çünkü, siz gazeteci Rıza Zelyut’la bir röportajınızda emekli olunca yapacaklarınızı şöyle anlatıyorsunuz:
“Ben tarihe çok meraklıyım, özellikle Dersim tarihine. Bu konuda çok sayıda kaynak bilgi doküman var. Emekli olunca Dersim tarihini yazmak istiyordum, maalesef buna hiçbir zaman olanak olmadı.”
Tesadüfe bakın. Baykal’ı devirmek için seks kasetleri sızıyor. Dersim tartışmalarında da kiminle yapıldığı belli olmayan ses kasetleri!
Ancak , siz söz konusu olduğunuzda önemli olan, izlediğiniz siyasetin düzeyi değil,sizsiniz.
Bugün Dersim isyanı bastırılırken bir katliam yaşandığı propagandasını yapan sizsiniz ve CHP’ye Genel Başkan oldunuz.Atatürk’ü “İnsanlık dışı” olmakla, “Katliamcılık” la suçlayan CHP Genel Başkanı!…
Asıl sorun budur.
Ve korkutucu olan, tek bir CHP’linin çıkıp sizin bu yönünüzü eleştirmemesi…
Siz basının desteğini aldınız ya… %40 oy alacağınızı söylüyorsunuz… Milletvekilinizden delegenize, en sıradan üyenizden en üst düzey yöneticinize kadar bütün CHP’liler bu %40 hayalinin peşine düşmüş neler yaşandığının farkında değil.
İktidar olmak uğruna, CHP’nin başına sizin gibi bir Atatürk düşmanının geçmesi kabullenilmiş durumda.Bu durum ufak bir ayrıntıymış gibi önemsenmi-yor, sineye çekiliyor…
İşte Türkiye’yi bekleyen asıl tehlike budur. CHP yönetimi sizinle birlikte Atatürk karşıtı bir çizgiye geliyor. Ve süreç öyle bir ilerliyor ki, bütün CHP tabanı ve Türkiye’nin gerçek Atatürkçüleri de sizin peşinizden Atatürk karşıtı çizgiye teslim oluyor. aynı zamanda Kürtçü
Peki sizin tek yanlışınız Dersim isyanı konusundaki tavrınız mı?
Tabii ki değil. Sizin sessiz kalmadığınız başka konular da var.
Örneğin PKK’lılara af meselesi.
CHP’nin Batman il kongresinde şu konuşmayı yapmıştınız:
“Bu sorunu çözmeye talibiz, kardeşlik içinde çözeceğiz. Toplumsal barışın bir parçası olacaksa biz genel affa ‘evet’ deriz.”
Burada bir hatırlatma yapayım. Genel af demek, PKK’lıların silah bırakmasını sağlamak demek değildir. Adı üstünde “Genel” bir aftır. Yani aftan bebek katili Apo canisi bile yararlanabilecektir.
Bu Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın bile cesaret edemeyeceği bir şeydir…
Anlaşılan siz, “Genel af” ilan edecek ve Apo’yu serbest bırakacak bir iktidar için geliyorsunuz.Ve bizim “Saf” Atatürkçülerimiz de “Sonunda CHP iktidar olacak” diye seviniyor.Apo salıverilecekse, ne yapalım o CHP iktidarını…n tertibinde sus pus KCK operasyonunda bülbül
Sizin söylemleriniz PKK’ya o kadar benziyor ki, insan hayret ediyor.
Bir karşılaştırma yapalım.
Teke Tek programında Fatih Altaylı Ergenekon meselesini gündeme getiriyor ve soruşturma hakkında ne düşündüğünüzü soruyor.
Diyebildiğiniz tek şey suçsuz bilim adamlarının uzun süre tutuklu kalmasının yanlışlığı.
Tabii genel olarak kullandığınız tek söylem “Yoksulluk ve yolsuzluk edebiyatı” olduğu için Ergenekon meselesini bile şu şekilde eleştiriyorsunuz:
“Suçsuz pek çok insan içeride. Bunlar haklarını AİHM’de arasa, Türkiye’yi tazminata mahkum etse, kim ödeyecek bu paraları? Bizim verdiğimiz vergilerle ödenecek. Onları haksız yere tutuklayan savcılar ve hakimlerin cebinden çıkmayacak ki o para.”
Valla helal olsun.Ergenekon meselesi ile ilgili bile bu düzeyde bir “Yoksulluk edebiyatı” yapılabileceğini, sanırım Demirel bile akıl edemezdi!
Peki Ergenekon meselesi hakkında böyle kıvırırken söz konusu PKK olunca ne diyorsunuz?
Şahin kesiliyorsunuz!
Hatırlanırsa, bir KCK operasyonunda pek çok BDP’li belediye başkanı da kelepçelenerek tutuklanmıştı.Siz, işte bunu eleştiriyor ve uygulamanın yanlış olduğunu savunuyorsunuz:
“Seversin veya sevmezsin ama bu millet oy verdi mi, belediye başkanı yaptı mı? Evet. Hukuku adam gibi çalıştırıp davet edersin gelir ifadesini verir. Kelepçe vurup sıraya dizip boy boy fotoğrafını çekmek dünyanın hangi modern ülkesinde var?”
Tutuklanan (suçsuz) Ergenekon sanıkları hakkında tek bir kelime etmezken, sıra PKK’lılara geldi mi nasıl da Hatip oluyorsunuz!
Demek ki, CHP böyle bir partiye dönüşecek.PKK’lılar cansiperane savunulacak.
Siz yalnızca Kürtçü değilsiniz.Aynı zamanda Alevicisiniz.
Aleviyim diye niye Alevicilikle suçluyorsun demeyin.
Ama Kılıçdaroğlu denince akla öncelikle Tuncelili olduğu ve Alevi kimliği gelir.
Atatürk’ün “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” anlayışının ne kadar dışında değil mi? Atatürk’çülüğe göre bir insan, etnik kökeni ve dini ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıysa ve kendisine “Ben Türk’üm” diyorsa, Türk’tür. Diğer kimliklerinin önemi yoktur. Bilmemize bile gerek yoktur.
Ama size göre öyle değil. “Farklı kimlikler bu coğrafyanın zenginliğidir” size göre.
“İnsanlar kültürel özgürlüklerini yaşayabilmeli. Her yurttaş etnik kimliği ile şeref duyabilmelidir.”
Öyleyse size soruyorum: Sizin etnik kimliğiniz ne?
Neden bir kez olsun “Türk’üm” diye bir şey duymadık ağzınızdan…
Yoksa Türk değil misiniz? Mesela gazeteci Rıza Zelyut size soruyor:
“Size ‘Alevi-Kürt’ göndermesi de yaptılar. Peki siz kendinizi Alevi mi görüyorsunuz, Kürt mü görüyorsunuz?. Yoksa bir Türk veya cumhuriyetçi mi görüyorsunuz?”
Siz bir türlü “Türk’üm” diyemiyorsunuz:
“Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşıyım, ama Tunceli’de doğdum. Babam memurdu. Anadolu’nun değişik şehir ve ilçelerinde bulundum. 21. yüzyıla giren Türkiye’de bu konuları gündeme getirmemeliyiz. İnsanlar yeni bir boyuta girmiş. İnsanları üzmemek, insanları sevmek temel konu bu olmalıdır.”
Anlayacağımız “Türk müsünüz” diye soru soruluyor, kıvırıyor, “İnsanları sevmekten” bahsediyorsunuz!
Ardından gazeteci Zelyut, size annenizin Ermeni olduğuna ilişkin iddiaları yanıtlamanız için şu soruyu soruyor:
“Annenizin ismi Yemuş imiş. Ermeni misiniz, diye soran birileri varmış. O ismin aslı Yemiş olmalı, değil mi Türkçe…”
Siz “Türk’üm” demediğiniz gibi “Annem Ermeni değil” de demiyorsunuz:
“Böyle soranlar var. Biz hiçbir zaman gocunmadık, annemizin ismi niye öyle diye.. Telefon açıp kendisini gazeteci olarak tanıtan kişi ‘Siz Ermeni misiniz?’ diye soruyor. Telefona ablam çıkmış. Cevap verirken ‘Hayır, biz Müslümanız’ diyor. Ablam zaten kırsal bağlamdaki o kıyaslamayı bilmiyor zaten. Gayet saf, hayır biz Müslümanız diyor. Annemin Ermeni, Kürt veya Çerkez olması bizlerin ona olan sevgisini azaltmaz ki sonuç olarak o bizim annemiz…”
Her neyse…
Dedim ya, insanların etnik kökeni benim için önemli değil. Yeter ki kendisini Türk olarak görsün, “Ben Türk’üm” desin. O zaman Türk’tür. Demiyorsa da değildir. Bu kadar basit.
Ama kendisine “Ben Türk’üm” diyemeyen birisinin Atatürk’ün partisinde Genel Başkan olması büyük bir tezattır.
Bu yalnız CHP yönetimini değil, bütün CHP tabanını, Türkiye’deki milyonlarca gerçek Atatürk’çüyü Türk’lükten uzaklaştıracak, Türk’lüğüyle gurur duymasını engelleyecek bir gelişmedir.arikatçı -türbancı CHP
Sizi esas gündeme getiren İstanbul Belediye Başkanlığına aday olmanızdı demiştik.Ve o dönem CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin’le birlikte çalışmıştınız.
CHP’nin çarşaf açılımı işte o süreçte ortaya çıkmıştı. Tüm bu süreçte siz de boş durmamıştınız. Çarşaf açılımının hep arkasında durmuştunuz. Hatta 8 Mart’ta İstanbul’da düzenlenen CHP mitinginde kadınlara Dünya Kadınlar Günü hediyesi olarak türban dağıtılmıştı!
Çarşaf açılımıyla ilgili şunları söylemiştiniz: “Başörtüsü geleneğimizde var.”
Şimdi size bir kez daha soruyorum.Türban Yasası’nın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne neden başvurdunuz?
Ve sizin çizginiz, Türk kadınını pek çok devletten çok daha önce özgürleştiren Atatürk’ün partisine Genel Başkan oldu. “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, meczuplar ülkesi değildir.” diyen Atatürk’ün partisinin sizinle birlikte geleceği nokta açıktır:
“CHP şeyhler, dervişler, meczuplar partisi”ne dönüşecek.
CHP tabanının ve örgütünün önündeki fırsat!…Her işte bir hayır vardır derler.
Size sorulduğunda söyleyebildiğiniz tek şey ne? Değişim…
Peki nasıl bir değişim? Bunu sorduğumuzda yanıtlar hep muğlak oluyor:
“Taze kan… Yeni yüzler…”
Ben söyleyeyim:
-CHP’de Atatürk ve Atatürkçülük adına arta kalan ne kaldıysa hepsinin tasfiyesi…
¬- Apo’yu salıverecek bir af sürecinin başlatılması…
-CHP’yi halkla buluşturuyoruz diye, bölücüler ve gericiler tarafından istila edilmesinin sağlanması…
-Yoksulluk edebiyatı yapılması ama CHP’nin ekonomi politikalarını özelleştirmeci Derviş ekibine teslim etmek…
Sizin kastettiğiniz değişim bu…
Tabii her değişimde bir hayır vardır.Sizin sayenizde Atatürk’çülerin CHP’ye yönelik bütün umutları ortadan kalkmış olacak. Bu da sürecin tek hayırlı noktası diyelim. CHP’nin gerçek yüzünü herkes görmüş olacak.
Mahir AKKAR
Kaynak:https://turkiyesiyaseti.com/